'Sevdiklerim'den 'Don't Complain'e 'Venedik Bienali'

Yakın zamanda zevkle okuduğum, Siri Hustvedt (What I Loved) ‘Sevdiklerim’ kitabından, burada da bahsetmek için fırsat arıyordum.

52. Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil edecek 'Don't Complain' (Şikâyet Etme) adlı eserle ilgili detayları okuduğumda; Siri Hustvedt ‘Sevdiklerim’ kitabındaki karakterlerden biri olan 'William Wechsler' ve eserlerini anımsadım.

Damağımda kalan bu çağrışımın leziz tadıyla, hem herkesin okumasını isteyeceğim 'Sevdiklerim' kitabına, hem de Venedik Bienali'yle ilgili birkaç ayrıntıya değinmek istiyorum.


(Fotoğraf: Venice Biennale 2007 An installation called Action Painting! exhibited at the Nordic pavillion. Photograph: Alberto Pizzoli/AFP)

Görsel sanatlar, sahne sanatları, sinema, mimari, dans, müzik gibi pek çok sanat disiplinini aynı çatı altında toplayan, 1894 yılından bu yana düzenlenen Venedik Bienali; çağımızın en önemli sanat etkinliklerinden kabul ediliyor ve güncel sanatın en büyük destekçisi.

10 Haziran'da başlayan ve 21 Kasım'a kadar sürecek Venedik Bienali 52. Uluslararası Sanat Sergisi’nin bu yılki teması; 'Think with the Senses - Feel with the Mind. Art in the PresentTense' (Duygularla düşün - aklınla hisset. Şimdiki zamanda sanat).

Bienalin yönetimini üstlenen ünlü küratör, eleştirmen ve sanatçı Robert Storr, bu yılki temayı, "Şimdiki zamanda sanat; çünkü sadece şu anda yaşıyoruz ve şu anda ürettiklerimizle varız." diye açıklıyor.

52. Venedik Bienali'ne Türkiye, Hüseyin Bahri Alptekin'in 'Don't Complain' (Şikâyet Etme) adlı eseriyle katılıyor.
Hüseyin Alptekin, Türkiye Pavyonu için, Gürcistan ve Batı Asya'da görülen bir tür restoran türünden esinlenerek, bir dizi tek hücreli odanın birbirine yarım ay biçiminde kenetlendiği beş odadan oluşan bir enstalasyon (yerleştirme) hazırlamış.

Her biri kendi içinde bağımsız tahta odacıklardan oluşan sergi evini Finlandiya’da Hüseyin Alptekin ve “Cheap Finnish Labour” adlı sanatçı grubu üç aylık bir çalışmanın sonunda inşa etmiş. Sonra parçalara ayrılıp Venedik’e getirilmiş ve 15 gün içinde tekrar kurulmuş.

Büyük bir salon yerine daha mahrem kalabileceğiniz, küçük odalar. Dertleşebileceğiniz, sırlarınızı başkalarına duyurmadan anlatabileceğiniz, aşkınızı fısıldayabileceğiniz küçük odalar.

Odaların duvarlarındaki ekranlarda sürekli fotoğraflar geçiyor.

Tahta kulübenin üzerinde ışıklı bir tabelada yazan, aynı zamanda serginin başlığı olan “Don’t Complain” cümlesi bir ikiliği vurguluyor. Aslında “Şikâyet Etme” diyen de bir yandan şikâyet ediyor.

Öykülerinde global değerlerden çok lokal değerlere önem verdiğini söyleyen Alptekin’in “Incidents-Küçük Vakalar” diye adlandırdığı, kültür, ideoloji, ekonomi, ekoloji gibi ana başlıklar taşıyan öyküleri dünyanın dört bir tarafında geçiyor. Kulübenin içindeki odacıklarda gösterilen görüntülerde genel olarak dünyanın farklılıklar değil benzerlikler üzerine kurulduğu vurgulanıyor. Birbiriyle ilgisiz gibi görünen anlık görüntüler bir süre sonra bir öykü oluşturmaya başlıyor.

Bir odada farklı iki ekranda dünyanın iki farklı köşesindeki sahillerde dolaşmaya başlıyorsunuz. Bir yanda Bombay öte yanda Rio De Janeiro plajları. Hayat devam ediyor. Bir anda ikiye bölünüyorsunuz ama kısa bir süre sonra farklılıklar yok oluyor. Görüntüler, sesler, müzikler birbirine karışıyor...

Müslüm Gürses’in “Paramparça” parçası eşliğinde diğer odaya girdiğinizde ise İstanbul’da sokakta yaşayan dilsiz siyah bir çöp toplayıcısının yaşamını dört mevsim boyunca izliyorsunuz. Hüseyin Alptekin 400 gün boyunca kamerasıyla evsiz göçmenin terk edilmiş bir araba ve çöp bidonu arasındaki geçen yaşamını araba belediye tarafından çekilene dek görüntülüyor. Küreselleşmenin bireyler üstündeki etkileri, yerinden yurdundan edilmişlerin durumları izleyeni düşündürmeye başlıyor.

Bir diğer odada ise Jay Jay Johanson'ın “Far A Way”, Alexander Dimitrevich'in “Mr. President” parçaları eşliğinde Kosova ve Çeçenya’da kaybolan insanların internetten alınmış görüntülerini izlerken de uzaklar birden yakın oluyor.

Küratör Vasıf Kortun hüzünlü olarak adlandırabileceğimiz serginin kavramsal çerçevesini, düşünsel anlamda çok ciddi bir eğitimi olan Sorbonne’da felsefe okuyan Hüseyin Alptekin ile birlikte oluşturduklarını, zaten onun yaptığı sanat eserlerinin görsel olsa da birer bilgi nesnesi olduğunu anlatıyor...

1991 yılından beri bienal alanı dışında kiraladığı mekânlarda hazırladığı sergilerle katılan Türkiye’nin pavyonu ilk kez bu yıl bienalin ana mekânı olan Arsenale’nin tarihi Artigliere binasında yer alıyor.

Garanti Bankası’nın sponsorluğunda gerçekleşen ve toplam maliyeti 300 bin euro olan sergiye Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık Tanıtma Fonu ve adını vermek istemeyen beş aile destek olmuş. Serginin küratörlüğünü Vasıf Kortun, koordinasyonunu da İstanbul Kültür Sanat Vakfı yapıyor.

Türkiye Pavyonu'nun Arsenale’de yer alması şerefine bu yıl açılışa Garanti Bankası’nın davetlisi olarak basın, sanatçı ve sanatseverlerden oluşan 80’in üzerinde konuk katıldı. Açılışın ardından San Servolo Adası’nda düzenlenen partide Baba Zula dans ve müziğin iç içe geçtiği bir performans sundu...
52. Venedik Bienali'ne katılan 'Don't Complain' (Şikâyet Etme) enstalasyonu benzeri bir performansa, Siri Hustvedt ‘Sevdiklerim’ kitabındaki karakterlerden biri olan 'William Wechsler' eserlerinde denk geldiğimi ve bu çağrışımın, Venedik Bienali'yle ilgili beni heyecanlandıran ayrıntılardan biri olduğuna değinmiştim.

'William Wechsler', SoHo'da yaşayan bir sanatçı. Sanat çevrelerince büyük yankı bulan ve beğenilen; görülene, görene ve gösterene yer verdiği resimleriyle tanınıyor. Bu resimleri, sonrasında eski masalları anlatmak için kullandığı çağdaş imgelerin de yer aldığı, 'masal kutuları' takip ediyor.

Hepsi aynı büyüklükte, yaklaşık bir metreye bir buçuk metre boyutundaki
'masal kutuları'; hem düz, hem üç boyutlu figürlerden, gerçek objeleri resimlerle birleştirdiği, masalları anlatan imgelerden oluşuyor.

Kutular, küçük odaları andıran bölümlere ayrılmışlar. Kutuların minyatür boyutları, doğal olarak bebek evlerini gözetleyip keyif alma güdüsü olan insanların merakını çekiyor ama umutları yıkıyor, genelde tekin olmayan duyguları uyandırıyor.

'William Wechsler' ilgi gören bu masal kutularının daha büyüğünü, devam eden çalışmalarında da kullanıyor. Bir oda büyüklüğünde, içinde değişik objeler ve resimlerle oluşturulmuş kompozisyonlar yer olan bu çalışmalarında; şaşırtmaya, izleyeninin bir şekilde kendini bulmasını sağlamaya fakat bunu yaparken ayrıntılarda zenginlik sunmaya devam ediyor.

Wechsler sergisini ziyarete gelenler; odaları gezerken hem anlatılan hikâyeyi devam eden odalarda takip ederken şaşırabiliyor, detaylarla zihinsel yolculuklara çıkabiliyorlar; hem de kendilerinden izler bulabiliyor ya da ressamı yarattığı dünyanın içinde fark edebiliyorlar...

'William Wechsler' 'odaları'yla; 52. Venedik Bienali’nde 'Don't Complain' (Şikâyet Etme) ile Türkiye’yi temsil eden Hüseyin Alptekin'in odaları arasında hoş bir ilgi kurmamı sağlayan Siri Hustvedt ‘Sevdiklerim’ kitabında, elbette ki bundan daha fazlası var.
Norveç asıllı yazar Siri Hustvedt 1955 yılında Minnesota’nın Northfield kasabasında doğdu ve öğrenimini aynı kasabada tamamladıktan sonra, 1978’de Columbia Üniversitesinde 19.yüzyıl romanı konusunda doktora öğrenimi yapmak üzere New York’a geldi.

Kimi eleştirmenlerin Hustvedt’in, özellikle kişinin kimlik arayışını irdeleyen yapıtlarında eşi
Paul Auster ile paralel görüşleri dile getirdiğine değinmeleri üzerine Hustvedt, “Eğer çağdaş roman bir şehir ise, Paul ve ben aynı mahallede oturuyor olabiliriz, ama aynı evde değil,” diyerek onları yanıtlamıştı.

20. yüzyıl kadınının ruhsal yapısını ve deneyimlerini başarıyla dile getiren bir yazar olarak tanımlanan Siri Hustvedt’in ilk romanı The Blindfold (Göz Bağının Ardında – Can Yayınları) 1990 yılında yayınlandı. Bunu, The Enchantment of Lily Dahl (Lily Dahl’in Büyülenmesi) adlı ikinci romanı izledi. Sevdiklerim (What I Loved) yazarın üçüncü romanı.
Sevdiklerim kitabında Siri Hustvedt; Sanat Tarihçisi Leo Hertzberg üzerinden, SoHo'da sanatla iç içe bir çevrede yaşayan iki ailenin ilişkilerini anlatıyor.
1975 yılında, sanat tarihçisi Leo Hertzberg, New York galerilerinden birinde tanınmamış bir ressam tarafından yapılmış olağanüstü bir resim keşfeder. Yapıtı satın alır, tabloyu yapan ressam Bill Wechsler’i bulur ve iki adam, yaşam boyu sürecek bir dostluğa adım atarlar.

Leo’nun 25 yıla yayılan öyküsü, kendi ailesiyle Bill’in ailesi arasında (oğullarının doğumu, Bill’in ilk evliliğinin çöküşü ve ikincisinin mutlu yılları, iki ailenin SoHo’da aynı apartmanda yaşadıkları ve yazları Vermont’ta aynı evi paylaştıkları dönemler boyunca) gelişen ilişkinin izini sürüyor. Fakat kendileri ve eşleri arasındaki bağlar, önce trajediyle, sonra yavaş yavaş ama aşındırarak yüzeye çıkan korkunç bir ikiyüzlülükle zedeleniyor.

Sevdiklerim, içten anlatımı ve içeriğinin göz kamaştırıcılığıyla, giderek tırmanan tehdit duygusunu, olağanüstü bir titizlikle gözlemlenmiş bir ressam portresiyle ve özellikle ana-babalık, evlilik, cinsellik ve kardeşlik ilişkileriyle harmanlıyor.

İç dünyalardan dış dünyalara, özelin derinliklerinden aleniye, akıl hastalıklarından toplumsal hastalıklara doğru hiç durmadan hareket ederek aşk, kayıp, ihanet ve günümüz dünyasının anlamını irdelemek üzerine çok güzel bir inceleme.

Kitabın ilginç bir özelliği de, Siri Hustvedt - Paul Auster çiftinin yaşamlarındaki olaylarla paralellik taşıması.
Siri Hustvedt, 'Sevdiklerim'de kurguyu ve karakterlerin psikolojik çözümlemelerini aktarmada o kadar başarılı ki; kendinizi okurken olayların içinde, evin, odanın bir kenarında etrafınızda yaşananları izlerken; Erica, Violet, Bill, Lucille, Leo, Matthew, Mark'la sevinip, üzülüp, şaşırıp, umutlanıp, heyecanlanıp, sıkılıp, endişelenip, korkarken bulabiliyorsunuz.

İnsan olmaktan kaynaklanan doğal bir hareketin, sonrasında nasıl durumlara sebep olabileceğini bilirken, tüm kalbinizle ilerleyen satırlarda onun olmamasını dilerken kendinizi bulabiliyorsunuz.

Olayların akışının ilerleyen sayfalarda sizi nerelere götüreceğini tahmin etmeye başladığınızı sandığınız noktada ise; olaylar o kadar doğal yön değiştiriyor ki; bu beklenmedik açılımla ayaklarınız yerden kesiliyor ve yaşadığınız sarsıntının etkisiyle ne bekleyeceğinizi şaşırabiliyorsunuz.

'Sevdiklerim'; ilişkilerin, psikolojik süreçler ve sanatla çok iyi harmanlanarak aktarıldığı; ayrıntılarıyla zenginleşen fakat detaylarda boğmayan, akıcı bir kitap.

Kitapla ilgili hoşuma giden diğer bir ayrıntı ise; Siri Hustvedt, 'Sevdiklerim'de olayları sanat tarihçisi Leo Hertzberg ağzından anlatıyor.

Kadın yazarın, kitapta bir kadın karakter üzerinden olayları anlatmasını ve bunu daha başarıyla yapacağını beklersiniz. Oysa 'Sevdiklerim'de
Siri Hustvedt; erkek karakterin duygularını, psikolojik süreçlerini öylesine başarıyla anlatıyor ki; kitap sırf bu özelliğiyle de bir kez daha gözünüzde değer kazanıyor.

Siri Hustvedt böylece Simone de Beauvoir, Isabel Allende, Anne Delbee, İris Murdoch, Ann Baer, İris Galey gibi, kitaplığımdaki (maalesef) sayılı kadın yazar arasında haklı yerini aldı.

Tüm bu aktardıklarımdan sonra, bilmiyorum
Siri Hustvedt, 'Sevdiklerim'i kütüphanenizde bulundurun, mutlaka rahat bir zamanınızda okuyun dememe gerek kalıyor mu?

52. Venedik Bienali’ne dönersek; bu sanat etkinliğine katılan ülkeler ve sanatçıların eserlerinin her birinin ayrı bir hikâyesi var ve gönül bu hikâyeleri dinleyerek o eserleri yerinde görebilmeyi arzu ediyor.

Burada sadece minik bir parçasına değinebilecek oluşum bana hiç yeterli gelmese de, inanıyorum ki siz daha fazla ayrıntı için gereken aramaları yapacaksınızdır.

Bienalin ana mekânları Arsenale ve Giardini'de 77 ülkeden 100'ün üzerinde sanatçı var.

Arsenale'nin doğusundaki eski tersane ve depolarda Türkiye, Afrika, Çin ve Hindistan için yeni sergi alanları oluşturulmaya çalışılıyor.

Hindistan diplomatik nedenlerle katılamamış olsa da, Çin ikinci kez aynı mekânda.

Çin Pavyonu'nun küratörü, çalışmaları, beyaz duvarlara çeyiz gibi sermeyi sevmeyen Hanru, yağ tanklarını bile kaldırmamış mekândan. Tüm tavanı renkli kumaşlara sarılı mızraklarla kaplayan küratör, tankların aralarına LCD ekranlar serpiştirip kiraz ağaçlı bahçeyi de sergiye dahil etmiş.

Giardini'ye giden yollar pek çok yapıtın ev sahibi. Dar sokaktaki çamaşır asılı iplerin birer eser olduğunu ertesi gün de onları yerlerinde görünce anlayabiliyorsunuz ancak.

İzmir fuarını hatırlatan bahçede irili ufaklı pek çok ülke pavyonu var. Kırmızı ön cephesiyle Fransa en romantik olanı. Çalışmanın hikâyesi şöyle: Sanatçı Sophie Calle, bir adamın bir kadına duyduğu hisleri anlattığı tek sayfalık bir e-mail alır. Kadını seven; ama terk eden adamın mektubu 'kendine dikkat et' cümlesiyle biter. 107 kadından bu maili anlamalarını, yorumlamalarını ve cevaplamalarını isteyen Calle, mektubu okuyan kadınları fotoğraflar ve videoya alır. Tüm yorumları da sergiye dâhil eder. Bunca kadının parkta, merdivende, müzede, ütü yaparken, mutfakta patates soyarken aynı mektubu okuyup bir adamı anlamaya çalışması oldukça içli.

Kanada Pavyonu’ndaki David Altmejd’in çalışması insanı etkileyici güçte. Bir ağacı (enstalasyon) yerleştirmesinin içine koyması doğaya saygısını simgeliyor.

Önünde metrelerce kuyruk olan tek pavyon Almanya'nınki. Kuyruğun sebebi Isa Genzken'in yerleştirmeleri değil yalnız. Sergi, tek bir seferde sadece 25 kişi tarafından gezilebiliyor. Kapıdaki görevlinin dediğine göre bienalin açıldığı gün işlerin birinin bir parçası çalınmış ve böyle bir önlem alınması zorunlu olmuş.
52. Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil edecek 'Don't Complain' (Şikâyet Etme) adlı eserin sahibi Hüseyin Alptekin'in, 'Eskiden bir yerde oturup evrensel düşünürdük, şimdi hepimiz her yerde dolaşıyoruz ama hiç düşünmüyoruz' sözü, üzerinde düşünülecek ve yeni yazı konuları çıkaracak kadar derin. Fakat konuyu daha fazla uzatmamak adına, enstalasyonunda niçin LED kullandığını da açıkladığı, 'Her yerde dolaşıp hiç düşünmüyoruz' başlıklı yazıyı okumanızı öneriyorum.

Venedik Bienali, şehre vurduğu sanatsal damga yanında, güneş altında oluşan uzun kuyruklarıyla da, sanata gösterilen sevgi ve saygının, tutkunun bir ispatı olsa gerek.

52. Venedik Bienali
’ni
yerinde izleyemeyenler için BBC, Guardian, New York Times, bienalden fotoğraflarla imaj galerileri hazırlamışlar. Arzu edenler buralardan da takip edebilirler.
BBC Galeri,
Guardian Galeri,
New York Times 1. Galeri,
New York Times 2. Galeri,
New York Times 3. Galeri,

İlgili diğer linkler:
'Sevdiklerim', Bir ressamın gözüyle aile ilişkilerine bakış(*).
'Sevdiklerim', What I Loved (*).
www.labiennale.org; Venedik Bienali resmi sitesi.
www.biennale07-turkey.org; Tüm detaylar için, Bienal, Türkiye sayfası.
www.iksvpress.com/venedikbienali Venedik Bienali ve Türkiye ile ilgili basın dosyaları.
Bienal ile ilgili, Vasıf Kortun ve Hüseyin Alptekin'in söyleşisi (*).
Bienal nedir? (*).
Enstalasyon nedir? (*).
'Türkiye Venedik Bienali'nde' (*).
'Alptekin Venedik Bienali için 'şikâyet etmiyor' (*).
'Türkiye Pavyonu Venedik Bienali ana mekânında' (*).
'İnsanı içine çeken şehir: Venedik' (*).
'Venedik'in altı su, üstü sanat' (*).

0 yorum:

Yorum Gönder

Merhaba! Flynxs | Lynist weblog yorum bırakma alanındasınız.
Ziyaretiniz, ve yorumlarınızda Türkçe Yazım Kuralları'na göstereceğiniz özen için teşekkür ederim!

İçerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Konuyla ilgili düşüncelerinizi, hissettiklerinizi, alttaki metin kutusuna yorumunuzu -isim, e-posta, varsa web site gibi detayları da belirterek- bırakarak paylaşabilirsiniz (yorumlarınızda bold, italik görünüm ve link vermek için < b>, < i>, < a> gibi bazı HTML etiketlerini de kullanabilirsiniz).

Saygı sınırlarını aşan ifadeler ve spam içerikli olası yorumlara yer vermemek için, bu blog'da yorumlar, onaylandıktan sonra yayımlanır. Yorumunuzu gönderdikten sonra burada eş zamanlı olarak görüntüleyemezseniz, endişelenmeyin, bu sebepledir.

Flynxs altındaki tüm yorumlardan anında haberdar olmak için yorumlara RSS ile abone olmayı unutmayın. (Bknz: RSS nedir?, Feedlerimi Nasıl Yönetirim?)

Olası soru, öneri ve görüşlerinizi bana, isterseniz 'gmail' adresim 'flynxs.blogspot' üzerinden de iletebilirsiniz...