Alzheimer, en kötü hastalık olsa gerek. Zihnin kendi içine çökmesi. Önce minik masum detayları unutmakla başlayıp, yavaş yavaş önce birkaç gün önceyi, sonra da iyi kötü tüm geçmiş hatıralarımızı, dostlarımızı, ailemizi unutacak noktaya gelmek ve kendimizi unuttuğumuz noktada da yaşamımızın tüm anlamıyla yitip gitmesi, ölüm... Bunlar olurken, sevdiklerimize yaşattığımız zor, acı dolu günleri bile bilememek...
Bunca detaya imtina ederek geçirdiğim bir ömrün, öyle bir zihinsel hastalıkla son bulmasını hiç istemem. Sanmıyorum ki, hiç kimse böyle bir son arzu etsin. Fakat farkında olmayarak yaşayarak, kendimize çizdiğimiz sınırların içine kendimizi hapsederek; düşünmesi bile ürkünç böylesi hastalıklara davetiye çıkarmış oluyoruz!
Günlük davranışlarınızı düşünün. Uyanıp yatağın aynı tarafından kalkarak güne başlıyorsunuz. Sabah gözlerinizi aynanın önüne gelmeden açmaya belki gerek bile görmüyorsunuz, ayaklarınız sizi götüreceği yeri biliyor. Dişlerinizi aynı elle fırçalayıp, kahvaltınızı aynı ele yapıyorsunuz. Evden çıkarken anahtarlarınızı, çantanızı nerden alacağınızı düşünmeye gerek görmüyorsunuz bile, eliniz nereye gideceğini biliyor. İş yerine giderken kullandığınız aynı yol üzerindeki tüm ayrıntıları zihniniz defalarca görmekten ezberlediği için, hiç bir şey sizi şaşırtmıyor, ilginç gelmiyor, dikkatinizi çekmiyor bile. İş yerinde aynı masa düzeniniz, telefonunuzun yeri, monitörünüzün yönü hep aynı. Öğle yemeğinizi yediğiniz yerler. Markette hangi reyona gidip neredeyse hangi rafta ne bulabileceğinizi bile biliyorsunuz.
Aslında biz farkında olmasak bile, yaşadığımız mekânların her ayrıntısı zihnimizde kayıtlı. Milimetrik hesaplarla neyin nerede olduğunu biliyoruz.
Bu örnekler daha detaylandırılabilir. Ama sonuçta hep aynı rutinin içinde yaşayıp duruyoruz. Hatta kendimizi alışkanlıklarla, bildik şeylerle örülü böyle bir rutin içinde tutmak; 'güvende' olma hissini, rahatlığını yarattığından; bu durumu bilerek kendi ellerimizle var ediyoruz.
Bilmiyoruz ki, aslında böylelikle beynimizi kullanma fırsatlarını kaçırıyor ve yaşamımızın ilerki yıllarında, şimdinin o çok gururlu, kibirli tarafımızı bile solda sıfır bırakacak zihinsel hastalıklara imkân tanımış oluyoruz.
Bu durumun az çok farkına varmış birçok insan ise, zihnini aktif tutmak için satranç, kâğıt oyunları ve bulmacalar gibi değişik oyunlar oynamaya; arada diğer eliyle yazıp, yemek yemeye ya da eve veya işe gitme yollarını farklılaştırıp zihnin kapılarını yeni uyaranlara açık bırakmaya çalışıyor. Fakat bunların, hatta satranç ve briç gibi oyunlarla zihni meşgul etmenin bile belli bir takım limitleri var.
Satrançta, birincil olay görsel algılama, uzun süreli ilgi odaklanması ve benzer durumlara karşın hafıza gelişimi. Deneyimli satranç oyuncuları kendileri veya başkaları tarafından oynanmış yüzlerce hamleyi hatırlayabiliyor ve ağırlıklı olarak deneyime dayanıyorlar. Çoğu hamle daha önce provası yapıldığı için neredeyse otomatik hale geliyor.
Bulmaca egzersizi genellikle tekrarlanan kelimeleri hatırlamakla oluyor. Bu tip tek yönlü algılamalı aktivitelerden farklı olarak günlük hayatta kullanışlı temel birçok algılama gerektiren yöntemler gerekmekte.
Eve veya işe gidecek yol kombinasyonları da zamanla tükenecek ve bildik olacaktır. Kaldı ki, diğer elinizi kullanmayı bile kısa sürede benimseyebilirsiniz. Peki sonra?
Zihni canlı tutmak, ilerleyen yaşlarda bunamayı önlemek için, değişik uğraşlar edinerek, yaşamda rutinden uzak kalmanın önemi ortada. Peki ama nasıl? Zihnimizi nasıl daha canlı tutabiliriz.
"Sözcükler öğrenirken, her gün aynı sözcükleri tekrar etmek öğrenmeyi verimli kılmıyor. Ancak tekrar ettiğimiz sözcüklerin arasına yeni sözcükler kattığımız zaman, öğrenme daha etkili ve hafızada daha kalıcı oluyor. Ders çalışmaya başlamadan önce beş dakika, örneğin 'National Geographic' dergisinde manzara resimlerine bakmak, öğrenmeyi çok daha verimli kılıyor. Yeni şeyler öğrenmek, yeni yerler görmek, hareketli olmak, yeni resimler bakmak, yani yeni bilgilerin her türü beyni canlı tutuyor. Ama hep aynı şeyi yapmak, örneğin bulmaca çözmek gibi pek fazla bir şey getirmiyor."bu sözler, Almanya ve İngiltere'de araştırmalar yapan nöroloji uzmanı Prof. Emrah Düzel'e ait.
Beynin tanıdık bilgiler karşısında yeni bilgileri tercih edip etmediğini araştırmak için deneklere, insan portreleri, dışardan çekilmiş farklı resimler gösterilmiş. Bu sırada manyetik rezonans tomografi tekniğiyle beyin aktiviteleri ölçülmüş. Beynin tanıdık resimler karşısında aktive olmadığı, resimler ne kadar tanıdık olayları gösteriyorsa, beyindeki aktivitenin o kadar azaldığı tespit edilmiş. Tanıdık resimleri ilginç kılmak için, örneğin trafik kazası fotoğrafları gösterilmişk. Bu resimler trafik kazası gibi önemli olaylar olmasına rağmen beyni aktive etmediği, beynin dopamin merkezlerinin canlanmadığı görülmüş.
Ardından deneklere hiç tanımadıkları manzara ve kent resimleri gösterilip, beyindeki aktiviteleri ölçüldüğündeyse; bu yeni resimlerin beyinde aktivite yarattığı ve dopamin ürettiğini görülmüş.
Bu araştırma sonuçlarının, hafızayı güçlendirme, hafıza kaybını önleme ve Alzheimer hastalığını geciktirmede yeni bir çığır açacağı umuluyor.
İşi görsel hafızasını, bilgi ve hayal gücüyle birleştirmek olan biri olarak; farklı görsel imajlarla zihni uyarmanın etkilerinin içsel olarak farkına varmış ve kullanırken, Prof. Emrah Düzel'in bu araştırması beni hiç şaşırtmadı.
Zihne ne kadar farklı uyaran gönderirsek, o hem o kadar arka planda çalışmış olacak, hem de bu uyaranlarla oluşturduğu belki de bize hiç ilgisiz gözükebilecek kombinasyonlar ve bunların senteziyle, hiç olmadık anlarda kendimizi farklı fikirleri bulmuş olarak yakalayabileceğiz.
Zihnimizin kütüphanesinde, her anımızla ilgili uyaranlar etiketlenip saklanıyor. İleride bir fikre şiddetle gereksindiğimizde, bu etiketlerin arkasında saklanan çekmecelerdeki parçalar bir araya gelip, puzzle'ı tamamlıyor. Hangi ilhâm rüzgârına kapıldığımızı anlayamadan, bulduğumuz fikrin muhteşemliğine hayran kalıyoruz.
O fikri var eden, zamanında biriktirdiğimiz olmadık ayrtıntılarla bizleriz. Beynimizdeki hücreler ne kadar farklı kombinasyonla birbirine temas etme fırsatı bulabilirse, o kadar elektrik akımı üreterek zihnin canlılığını sürdürmüş oluyor.
Bunun farkında, bilincinde olarak yaşadığımızı düşünün; sıkı sıkıya tutunduklarımızı bir tarafa bırakıp, kendimizi alternatiflere açık bıraktığımızda, yaşamımız zenginleşecek Hem iş hem kişisel ilişkilerde bu zenginliği fark edebilileceğiz. Bağlantılarımız çoğaldıkça, günün birinde bunları kullanma ihtimalimiz artacak; sahip olduğumuz bu birikimin niceliği kadar niteliğinin de ne derece zengin olduğunu anlayacağız.
Ne kadar sıkı sıkıya tutunduğumuz dünyamızda kendimize esneklik tanıyabilir; bağlılıklardan kendimizi kurtarıp; seçeneklere, yeni tercihlere açık bırakabilirsek; kendimize o kadar değişik yol, yaşam haritası türetmiş oluruz. Bu bizi olası çıkmaz sokaklardan koruyacağı gibi, yıkıldığımızı sandığımız noktalarda da kendimizdeki güçten yeniden var olmamızı sağlayacaktır.
Zihninizi Görsel İmajlarla Besleyin!
Kendinize, rutininizin dışına çıkaracak fırsatlar yaratın!
Kendinizi şaşırtın!
Yenilik yapmanın enerjisinden istifade edin. Bir farklılık yapın, bu hoşlanmayacağınız, sizi zorlayacak bir şey olsa bile ve ardından ne olacağını gözlemleyin. İnanıyorum, yaşamınız zenginleşecektir. İsterseniz kendinizi sürükleyeceğiniz böyle minik maceraları ve etkilerini, sonra gelip burda benimle de paylaşabilirsiniz.
(Bu yazı, sevdiklerimden biriyle ilgili anılarımı unuttuğumu sanarak uyandığım kötü bir rüya sonrası; uzaktan duyulan seyrek gök gürültüleri ve yağmur habercisi puslu bir İstanbul sabahında, metalik yüklü bulutlar altında uçuşan martı seslerini dinleyerek yazılmıştır. Artık yağmur yağsındır. Sadece habercisi sesini duymak yetmiyordur. Yağmur sonrası açacak güneşle kent ve ruhlarımız tazelensindir. Yoksa paragraflar sürecek uzun cümleler yazabilme yeteneğimi geliştirmeye parantez içinde bile devam edeceğimdir. Puff!...)
Calvino'nun Görünmez Kentler'inde yedi bölümden oluşan ve halkının bu yedi bölümden sadece birinde oturduğu bir şehir vardı. kaç yılda bir hatırlamıyorum ama belli periyodlarla bölüm değişiyor, bölümle birlikte bütün roller de değişiyordu. doktor olan çiftçi, öğretmen olan mühendis, evli olan bekar ya da başka biriyle evli:) sanırım Calvino'nun yedi bölümlü şehrinde kimse alzheimer nedir bilmiyordu.
YanıtlaSilaa.. görünmez kentler, ödev konularımdan biriydi benim :) okuyup, seçeceğimiz bir kenti biraz kolaj biraz illüstratif dokunuşla hazırlamamız gerekiyordu. çok katmanlı ve geniş zamanda, tadı çıkarılarak okunacak bir kitabı; dar bir zamanda ve biraz da stres altında okumak durumunda kaldığım için, zorlandığımı anımsıyorum :)
YanıtlaSilgörünmez kentler, kadın ismiyle adlandırılmış kentlerden oluşuyordu. örümcek ağı kent'i ottavia'yı seçmiştim ben, ismini 'reflection' vermiştim. altında ağ olan, bir şeylerin sarktığı, havada durduğu kenti; kullandığım alanı ikiye bölerek yapmıştım; sol taraf kolaj ağırlıklı ve kitaptakine benziyordu, sağ taraf ise çizimdi ve benim gördüğüm/görünmesini istediğimi yansıtıyordu...
birkaç on yıl içinde alzheimer'ın, geciktirilebilir değil önlenebilir bir hastalık olmasını umuyorum. ama, göz ardı edilmemesi gereken bir nokta var ki, bir günde binlerce uyaran yağmuruna tutulan beynimizin, bu trafikte öyle bir hastalığı aktive etmemesini beklemek gibi bir yanılgıya düşülebiliyor. oysa, rastgele uyaranlarla zihni meşgul etmek değil, bir şeylere farkında olarak ve odaklanarak zihin jimnastiklerini sürdürmek gerekiyor.
"bookmark"layıp bırakmak yerine, eklenen her yeni hoş detayı zaman zaman geri çağırıp üzerlerinde biraz düşünmek, bunun yollarından biri.
örneğin, görünmez kentler'den bahsederek, birkaç yıl önceyi anımsamamı ve onunla ilişikli anılarımı zihnimde yerleştirdiğim rafın tozunu almamı sağlamış oldun, teşekkürler :)
[dip not: girdiğim postlardan uzun yorumlar yazabiliyorum bazen :) bu fırsatla blog takipçilerime anımsatmış olayım; blogumdaki yorumların tümünü, yorumların rss adresini rss readerınıza ekleyerek kolayca takip edebilirsiniz. yorumlar-comments (RSS).]
Calvino'nun 'Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu' isimli kitabı benim vazgeçilmezlerimdendir:)) Mükemmel bir dilbilimci olmasının yanısıra (bknz. 'Kitaplarımdan Birini Nasıl Yazdım) tam bir Akdenizli örneği olan ince mizahıyla büyüleyici bir yazar benim için.
YanıtlaSilAsıl konuyla biraz ilgisiz oldu ama Calvino lafı geçince bunları yazmak geldi içimden:)))
Saygılar...
Calvino'dan bahsetmek için, ilgisiz bile olsa konuları eğip bükmeye lafım olmaz, ki kitap konulu bir post altındaysak, yeridir :) zevkinizi takdir ettim. Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, okuyucuyla kurduğu iletişim dili, göndermeleri, sürprizleri, karmaşıkmış gibi görünse de götürdüğü yerlerden belki de okuyanı kendini bularak geri döndüren üslûbuyla leziz bir kitaptır, kitap okumayı hatta, yazmayı öğretir. Calvino'nun, zihnindeki karmaşayı sıraya koyup aktarma becerisine hayranım...
YanıtlaSil