Sera Etkisi, Bahçe Çatılar, PetTree'den Yedigün Ormanı'na

...

PetTree'de denk geldiğim bu minik, sevimli bitkilere ve onları oluşturan düşünceye hayran oldum.

Anahtarlığınıza ya da cep telefonunuza takarak, aksesuar olarak kullanmayı düşünebilir, ya da belirli sıcaklık ve nem ortamında sizinle birlikte yaşayacak PetTreeleri, bitkilerle yakınlaşma fırsatı olarak görüp, değerlendirebilirsiniz.

Modern şehir hayatında gerekli önem gösterilmediği, düzenlemeler yapılmadığı için;
beton kaplı, bitkilere uzak, her geçen gün azalan yeşil alanların eksikliği içinde yaşarken; bunun "Sera Etkisi"ne sebep olacağını ve su sorunuyla karşılaşabileceğimizi belki de hiç düşünmemiştik.

Nisan ayından beri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yaptığı tasarruf çağrılarına; İstanbullular'ın çok az bir kısmının olumlu yanıt verdiği, İzmirliler'in ise tam tersi bir tutum sergileyip kampanyanın 3’üncü ayında büyük bir su tasarrufu sağladığı "İzmirli Suyuna Sahip Çıktı İstanbullu Umursamadı" haberlerini okumak, sizde ne etki yaratıyor bilemiyorum ama ben üzülüyorum.

"2010 Avrupa Kültür Başkenti" olacak İstanbul; Küresel Isınma'dan, İstanbul’un su ihtiyacını sağlayan 10 su kaynağındaki doluluk oranının yüzde 29’a düştüğünden, Suyumuza Sahip Çıkalım Kampanyalarından bu kadar habersiz olabilir mi? Ya da duyarsız? Olmamalı! Kişisel çabaların bile çok şey fark ettireceğini önemseyerek davranan insanların sayısının çoğalmasını ve içinde bulunduğumuz bu şuur tıkanıklığını en kısa sürede aşabilmeyi diliyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul'un sera etkisinden kurtulması için yeni projeler hayata geçirmeye başladıklarını ifade ederek, sera etkisinin azaltılması için evlerin çatılarının bahçe haline getirilmesini amaçladıklarını söyledi. (*)
Bahçe teraslar, çatılar; ufak bir düzenleme ve su yalıtımıyla oluşturulabilecek; kenti ferah ve yeni yüze bürüyecek harika bir fikir.
Beton yığınları haline dönüşen kentlerde, çevrecilik hareketlerinin de artmasıyla, gerek yeşil alan sağlanabilmesi, gerekse doğal dengenin korunabilmesi amacıyla özellikle Batı Avrupa’ da birçok teras çatı Bahçe Çatı olarak tasarlanmakta veya sonradan Bahçe Çatıya dönüştürülmektedir. Almanya’ da 1997 yılında inşa edilen tüm teras çatılı yeni binaların %33’ üne denk gelen 12 milyon metre kare çatı alanı bahçe çatı olarak yapılmıştır.

Bahçe Çatıların yararları
Bahçe Çatılar güzel görünümlerinin yanında, güvenli su yalıtım sistemi ve iyi projelendirme ile yapıldığı sürece, somut ekonomik ve ekolojik yararlar sağlamaktadır.

Ekonomik Yararlar
Yenileme maliyetindeki azalma : Su yalıtım sisteminin ömrü uzar, çünkü güneşin UV ışınlarından daha iyi korunur, düşük veya yüksek sıcaklıklara daha az maruz kalır. Bahçe Çatı uygulamalarında su yalıtım sisteminin ömür beklentisi 40 yıla kadar uzamaktadır. Sistem ömründeki uzama yalıtım yenileme maliyetlerini azaltmaktadır.

Isınma maliyetinde azalma : Bahçe Çatı sistemindeki bitki toprağı, ısı yalıtımına katkıda bulunduğu için enerji maliyetlerinde azalma olur.

Drenaj maliyetinde azalma : Bahçe Çatı sistemi yağış sularının önemli bir miktarının buharlaşma sayesinde tekrar doğaya dönmesini sağladığı için su giderlerine akış miktarını % 50-10 arası azaltır bu da şehir kanalizasyon sistemindeki yükü hafifletir.

Alan kullanımı : Bahçe çatılar, sportif veya boş zaman değerlendirmeye yönelik olarak ta düzenlenebilir ve bu tür tesisler pahalı arsalar üstüne yapılmaktansa çatı alanları değerlendirilerek israf önlenmiş olur.

Ekolojik Yararlar
Toz ve duman seviyelerinde azalma : Bahçe Çatılar şehir havasındaki toz ve diğer zararlı maddeleri filtre eder. Bitkiler zararlı karbondioksit gazlarını emer ve doğaya yararlı oksijen gazı verirler. Ayrıca, yeşillendirilmiş çatılar havayı nemlendirir ve iklime (mikroklima) katkıda bulunur.

Gürültü seviyesindeki azalma : Bahçe Çatılardaki bitki örtüsü ve toprak katmanı ses yutuculuk sağlar. Bu özelliği sayesinde gerek dış ortamdaki gürültü seviyesini gerekse bina içindeki gürültü seviyesini azaltır. Yapılan ölçümlere göre, bahçe çatılar bina ses seviyesini 8 dB kadar azaltır.

Bitki ve hayvanlar için doğal yerleşim : Bahçe Çatılar canlılara doğal ortam sağladıkları için bina ve yollardan kaybedilen doğal ortamları geri kazandırırlar.(*)
Aslında yapılabilecekler hiç de zor değil. Sadece farkında olmak ve biraz çaba göstermek gerekiyor.

Bu anlamda farkıdalık sağlayacak ve bilinç geliştirecek güzel bir proje de içecek markası Yedigün'den geldi.

Sosyal sorumluluk kapsamında web ile gerçek hayatı birleştiren Türkiye'de yapılmış tek proje olma özelliğini taşıyan Yedigün Ormanı projesi ile, gerçek bir Yedigün Ormanı yaratılmış olacak.

Küresel ısınma ve dünyanın kuraklaşmasına dikkat çekmek isteyen Yedigün markasının oluşturduğu web sitesinde ağaç diken herkes, Antalya'da TEMA Vakfı tarafından oluşturulan Yedigün Ormanı'na katkıda bulunmuş olacak. Bir harika fikir daha!

Ağaç dikmek isteyenlerin siteye üye olmaları yeterli. Ücretsiz ağaç dikmeyi sağlayan Yedigün Ormanı projesi ile; 10'dan fazla türde toplam 10 bin ağaç dikilmesi planlanıyor. TEMA Vakfı, sanal ortama dikilen her 5 ağaç için gerçek hatıra ormanına 1 ağaç dikmeyi taahhüt ediyor.

Sanal ortamda, Yedigün Ormanı'nda dikmek istediğiniz ağaç türünü seçip, haritadan ormanda gezerek bir parsel belirleyip fidanınızı dikebiliyorsunuz. Fidanınızın üzerinde isterseniz resminiz ve sloganınız yer alabiliyor ve diktiğiniz ağacın gelişimini siteden takip edebiliyorsunuz.

Üç boyutlu sohbet ve eğlence diyarı, Gazogen projesiyle anımsayacağınız, D4D tarafından; 1 Proje yönetmeni, 1 art direktör, 2 animatör ve 1 de yazılımcı olmak üzere 5 kişiden oluşan bir çekirdek ekiple, yaklaşık 1 ay boyunca aralıksız çalışarak meydana getirilen Yedigün Ormanı'nı, çevreye duyarlı herkesin ilgisini bekliyor. Son baktığımda, on dokuz bin iki yüz kırk dördüncü (19244) ağaca şimdiden ulaşılmış gözüküyordu.

"Sen de çevrene bak! Durma bi' şey yap!"



PetTreelerle, bitkilerle yakınlaşmaya başlayıp, Yedigün Ormanı'nda fidan dikerek; farkında olmadan kazanacağımız bu bilinç ve duyarlı alışkanlıklarla Suyumuza Sahip Çıkacağımızı, hatta belki de sonrasında Babil'in Asma Bahçeleri'ni bilip takdir eden zihnimizin, evlerin çatılarının bahçe haline getirilmesini "Sera Etkisi"ne karşı hoş bir çaba olarak görmemizi sağlayıp, geliştirdiğimiz bu çevre bilinciyle doğamızı, dünyamızı korumaya katılabileceğimizi düşünüyorum. Neden olmasın? Hayal gücüm, çok mu geniş? Evet, biraz(!). Ama biliyorum ki, "sağlam değişim, dönüşümler; minik ve kararlı adımlarla sağlanır".

(Görsellerin büyük hallerini görmek için, üzerlerine tıklayabilirsiniz.)

Norah Jones, Cemil Topuzlu'da

Bu yaz İstanbul'da konser programları, "2010 Avrupa Kültür Başkenti" olmaya yakışacak bir kentten beklenecek derecede zengin.

Zaman bulup hangisine gideceğinize karar vermekte problem yaşayanlardansanız bile; canlı performansını heyecanla beklediğim
Norah Jones konserini kaçırmayacağınızı umuyorum.



Norah Jones,
14. Uluslararası İstanbul Caz Festivali kapsamında, 1 Ağustos'ta, Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde.

Norah Jones, "Come Away With Me".

Biletix'ten, biletlere ulaşılabiliyor(du) ama, öyle görünüyor ki izlemek isteyenler, bu kadar zaman kala biletler için başka yollar bulmak durumunda kalacaklar.

Norah Jones web sitesi yanında, Vikipedi - Norah Jones ve Ek$iSözluk - Norah Jones sayfalarından hakkında detaylı bilgiye ulaşmak mümkün.

Lost Highway, Bon Jovi

Lost Highway; yakın zamanda çıkan, son Bon Jovi albümü.

Bende eski bir dostla tekrar karşılaşma hissi yaratan bu albümü, m
inik tatil aramda dinleme fırsatı bulmuş, sonrasında da Bon Jovi albümlerinden Keep The Faith (1992), These Days (1995) ile bu dinletiyi daha da leziz bir hâle dönüştürmüştüm.

İsteyen istediği kadar, Lost Highway'in ticari kaygıyla yapılmış bir Bon Jovi albümü olduğu eleştirisini getirsin. İlk albümlerinden bu yana ilgiyle takip eden biri olarak; (evet, önceki albümlerindeki o tad maalesef pek yok ama) hâlâ varlıklarını sürdürmelerinden ve yaşamımda bıraktıkları izlerden memnunum.



Lost Highway'den 'Make A Memory' videosu (*), hafta sonu müziğim olarak burada yer alıyor.

Albümle ve grupla ilgili detaylar Bon Jovi web sitesinde. Diğer Bon Jovi videolarına ise YouTube'dan erişmek mümkün.




Fujiya & Miyagi 'Ankle Injuries'


'Ankle Injuries' parçası; Fujiya & Miyagi'nin, Transparent Things (2006) albümünden, zarlardan oluşan videosu ile dikkatimi çekti.

Fujiya & Miyagi; Japon kültürüne hayran Britanyalı, elektronik müzik gruplarından biri. Şarkı sözleri kadar enteresan videoları var.

Videolarındaki perspektiflerinin, web sitelerinde parçalarını sunuş şekillerine de yansıdığını görebiliyoruz; kaset mantığında bir tasarım içinden
Fujiya & Miyagi müzikleri dinlenebiliyor.

Elektronik müzik, ister istemez ritmiyle harekete geçmeye sebep oluyor. Siz videoyu izlerken, ben de
'Ankle Injuries' parçası ritmiyle harekete geçip; kapıdan çıktığımda yüzüme çarpacak olan sıcak hava duvarını düşünmemeye çalışarak, buharlaşmadan eve ulaşmaya çalışacağım.

36 derece artı nem etkisiyle hissedilen sıcaklık daha da artınca; İstanbul pek sokağa çıkılabilecek gibi değil bu günlerde. Akşam, sıcağın etkisinin azalıp, çıkabilecek hafif bir esintiyle eve dönmek, hayal...


YouTube'dan diğer eğlenceli
Fujiya & Miyagi videoları izlenebilir.

Apple Evrimi 1976-2007




Apple'ın tasarımda insan faktörüne gösterdiği önem; beş duyuya hitâp edebilme başarısı; tüm diğer faktörler yanında, kullanıcılarını kendine bağlamasındaki en önemli etkenlerden biri.

Gözde teknoloji ürünüm, Lovemark'ım Apple'ın, 1976-2007 sürecindeki evrimini üstteki görselden takip ederken, bu farkı duyumsayabiliyoruz.

(Görsellerin büyük hallerini görmek için, üzerlerine tıklayabilirsiniz.)


İnteractive webRadio, Musicovery

'classical', 'positive' tercihimi yapıp; Musicovery üzerinden müzik dinliyorum şu an. Öğleden sonrası için keyifli, minik bir ara için, tavsiye ederim, deneyin.

Kendi arşivimden seçtiğim müzikleri dinlemek yerine; veritabanındaki müziklerden sunduğu seçkiyi, web browser üzerinden erişip dinleme imkânı sunan web radyolarını, arada yeni müziklerle de tanışmamı sağladıkları için kullanmayı seviyorum.

Musicovery'nin ruh halinize göre müzik tercihi yapabilmenizi sağlayan yapısı ve kullanımı eğlenceli grafik tasarımı / arayüzüyle, ilgimi çekti.
Müzik türü, mood (ruh hali türü), yıl tercihi, hit parça olup olmaması gibi seçeneklerden istediğinizi belirlediğinizde; veritabanındaki tercihinize uygun parçalardan bir müzik ağacı şekilleniyor. Ağacın gri dallarından tutarak, hareket ettirebiliyorsunuz (ajax teknolojisinin nimetlerinden istifade edilerek yapılmış olsagerek). İçinden birini seçip dinlemeye başladığınızda ise, seçiminizi referans alan, size daha uygun olabilecek bir müzik ağacı şekilleniyor. Dinlediğiniz müziği beğendiyseniz; nasıl edinebileceğinizi gösteren ilgili Amazon, İTunes Store, Ebay yolunu da yanında sunuyor.

ABD merkezli müzik şirketlerinin yasal temsilcisi konumundaki RIAA (Amerikan Müzik Endüstrisi Birliği) çalışmaları yüzünden, yakın zamanda uluslararası kullanıma kapanmadan önce, zevkle Pandora dinliyordum. Şimdilerde yerini dolduramasa da LastFm kullanıyorum.

Her şarkı ve her dinleyici için RIAA'ya telif hakkı / ücret ödemek zorunluluğu, İnternet üzerinden yayın yapan radyoları pek de iyi etkileyeceğe benzemiyor.

Matchbook Art

Karakterize edilmiş kibrit çöpleri; yaratıcı fikir ürünü çılgın, eğlenceli tasarımlar.

Bir otel, kafe, bar ya da restorana gittiğinizde; daha sonra orayı anımsatacak böylesi sevimli kibritlerini saklamak hoşunuza gitmez miydi?

Mekân tanıtımı için hoş bir reklam objesi olarak kullanılabilecek olmaları yanında; dekorasyon nesnesi olarak da evimizde oldukça hoş, renkli minik detaylar arasında yer alabilirler. Japonlar'ın minik detayları bezemedeki yeteneklerini takdir etmemek mümkün değil. Q-blick fiyatı $1.55 gözüküyor.











Promosyon malzemesi olarak görülebilir, doğum günü pastası yakmak için kullanılabilir. Peki, karakterize edilen böyle kibrit çöpleriyle; orman yangınları için bilinçlendirici bir reklam kampanyası yapılamaz mı? İkisi de aynı maddeden, ağaçtan oluşmuyor mu? Neden olmasın!
Çin'de yılda 45 milyar adet yemek yeme çubuğu kullanılıyor. Bunun için 25 milyon ağaç kesiliyor.
Tabii bir de olayın; kibrit çöpü, Çin yemek yeme çubukları yapımı için kesilen ağaçlar, tarafı var...

(Görsellerin büyük hallerini görmek için, üzerlerine tıklayabilirsiniz.)

Origami Whiskas Cat

'Origami Seremoni' başlığında; minik oyuncakların zengin dünyasına az da olsa değinmişken, hafta sonu, Whiskas kedi mamaları için hazırlanmış, bu basılı reklam uygulamasına denk geldim. Yaratıcı bir fikir ve eğlenceli, sade bir iletişim diliyle dikkat çekmeyi başarıyor, hoşuma gitti.




Origami Chiken, Origami Beef, Origami Fish, Origami Lamb
Company: WHISKAS,
Brand: WHISKAS CAT FOOD, Advertising Agency: TBWA London, UK, Art Director: Alex Holder, Copywriter: Ollie Kellett, Planner: Kate Winter, Photographer: Rankin, Retouching: E Graphics.

Elimizdeki bu fikri, başka hangi ürünlere uyarlayabiliriz diye, düşünelim. "
Süt + çocuk + oyun" bileşimi, benim aklıma hoş açılımlar getiriyor.

Sütlerin yanında oyuncak kuklalar dağıtınca ne çok ilgi çekmişti. Peki, sevimli inek origamileriyle eğlenceli standlar oluşturulsa; çocuklar
oturup bir bardak süt içerken, ekteki diyagramlardan inek origamileri yapıp eğlenseler? Nefis bir iletişim penceresi ve bağ kurma fırsatı gözükmüyor mu size de? Ben olsam o eğlenceli deneyimden sonra, süt içmeye daha bir ısınır ve minik sevimli oyuncağımı (origami + inek) 'orinek'i elimin altından uzaklaştırmazdım...

Origamilerden sosyal sorumluluk kampanyaları için de iyi malzemeler çıkar gibi gözüküyor. Peki sizce başka neler yapılabilir?

(Görsellerin büyük hallerini görmek için, üzerlerine tıklayabilirsiniz.)

link: AdsoftheWorld.

Studio Nommo

Studio Nommo ile, duvar kâğıdı seçiminizle; mekânlarınıza ve yaşamınıza farklı bir renk, doku katabilirsiniz.

Yaratıcı, sıradışı, estetik tasarımlara sahip duvar kağıtları bulabileceğiniz Studio Nommo; Türk ve yabancı tasarımcıların kompozisyonları yanında, kendi tasarımınızı ya da belirlediğiniz bir fotoğraf üzerinden istediğiniz duvar kâğıdına sahip olabileceğiniz zengin imkânlar sunan bir adres.

Asortik Krep'te, Studio Nommo'dan bahseden yazıyı okuyunca; çalışma odamın bir duvarı için aklımdan geçen değişik fikirleri uygulatabileceğim bir yer bulmanın heyecanıyla, web sayfasında hâyli zaman geçirmiş, detaylı incelemek için adresini not almıştım.

Kitaplardan oluşan bir duvar kağıdı; çalışma odasında mı, yoksa tuvalette mi daha enteresan gözükür acaba? Seçenekler çok fazla, kararsız kalmamak imkânsız gibi.

Studio Nommo; Nahnu Bey'in de dikkatini çekmiş. Fakat, duvar kâğıdı tasarımlarının, web tasarımında "pattern" olarak da kullanılabileceği açılımını getirerek; farklı bir bakış açısıyla konuya yaklaşıp, fırsattan fırsat yakalamış.

Yeni fikir bulabilmek; detayları görebilmeyi, olmadık şeylerden bağlantı kurabilmeyi gerektirir. Fark ettiği bu güzel detay ve iş fikrini görmek sevindiriciydi, kendisini kutluyorum. Umuyorum, Studio Nommo da bu detayı yakalayabilir ve değerlendirir.

(Görsellerin büyük hallerini görmek için, üzerlerine tıklayabilirsiniz.)

Air'den, Redd Unplugged Konseri İle Ghetto'ya

Aşk, hayal gücü ve rüya; Air.
Fransızca aşk (amour), hayal gücü (imagination) ve rüya (reve) kelimelerinin baş harflerinden adını alan Air; 12 yıldır elektronik müziğe damgasını vurdu. Farklı kaynaklardan beslenen ikili, nostaljik olmadan geçmişe dönük, sıradanlığa kaçmadan da popüler olabilme amacında.
Ne hoş bir tanımlama, öyle değil mi? Müzikleri de bir o kadar naif; dingin bir zihin ve huzurlu bir ruh için size eşlik edecek tınıda.

Air konseri; 24 Temmuz; Turkcell Kuruçeşme Arena'da, biletler Biletix'te.

Bir önceki Redd konserinden bu yana yeterince zaman geçmiş olduğunu ve bu sıcaklarda ruhumun Air'den çok Redd'e gereksindiğini fark ettiğimden; bugün son anda yakaladığım bir fırsatla tercihimi; Air konseri yerine; Ghetto'daki, Redd'in üyelerinin askere gitmeden önceki veda konseri için kullandım.

Redd; müziği ve grup üyelerinin müzikal geçmişleriyle beğenimi kazanan; dinleyebildiğim az sayıdaki yerli müzik gruplarından biri.

Redd Unplugged konseri bu gece Ghetto'da, fırsatınız varsa, kaçırmanızı istemem. Biletler, Biletix'te.

Hafta sonu müziği için de, Redd'den iki video bırakıyorum; 'Hâlâ Aşk Var Mı?' (*) ve 'Falan Filan' (*).

.

www.redd.com.tr; yenilenen Redd resmi web sitesinden; grup üyelerinin müzikal geçmişiyle ilgili bilgilere ve diğer detaylara ulaşmak mümkün.
Redd Unplugged Konser ile Veda Ediyor

"Mutlu Olmak İçin", "Bahçelere Daldık", "Hala Aşk Var Mı?", " Falan Filan", "Dünya" gibi şarkılarla rock müziğin son dönemlerdeki en ilgi çeken gruplarından biri olan Redd, 20 Temmuz Cuma günü Ghetto'da çok özel bir konser verecek.

Askerlik sebebiyle dinleyicilerinden bir süre ayrı kalacak olan Redd, İstanbul'da verecekleri bu son konserde şarkılarını daha önce hiç kimsenin dinlemediği yeni düzenlemeler ve yorumlarla akustik olarak çalacak.

Alışagelmiş Redd konserlerinden farklı bir atmosferde gerçekleşecek performansın bir DVD haline getirilerek yayınlanması da gündemde. Grubun ve şarkılarının bilinmeyen hikayelerini ve anılarını da dinleyicileriyle paylaşacak olan Redd için bu konser özel bir veda niteliği taşıyor.

1997 yılında bir araya gelen Redd, 2005 yılının Şubat ayında ilk stüdyo albümleri olan "50/50"'yi Stardium etiketiyle piyasaya çıkardı. Tüm söz ve müzikleri Redd'e ait 10 parçanın yer aldığı albümün çıkış şarkısı olan "Mutlu Olmak İçin" gruba rock müzik dünyasında önemli bir yer açarken Redd'in ismini de haftalarca müzik listelerinin ilk sıralarına taşıdı.

Modern dünyanın döngülerinde ve kent yaşamında sıkışmış insanın hikayelerini anlatan ve "Bahçelere Daldık", "Öperler", "Keyifli Bir Gün", "Nefes" gibi parçalarla büyük beğeni toplayan 50/50, Redd'in sonraki çalışmalarının sağlam bir temeli oldu.

İlk albümü ile oldukça geniş bir hayran kitlesi oluşturan Redd, kısa bir süre arayla Nisan 2006'da Pasaj Müzik etiketiyle 2. albümleri" Kirli Suyunda Parıltılar"'ı yayınladı. Albümün ilk video parçası olan "Falan Filan" ile önce yerli müzik kanallarında liste başı olan ve daha sonra MTV World Chart Express listesine giriş yapan Redd, diğer video parçaları olan "Hala Aşk Var Mı?" ve "Dünya" ile müzik listelerindeki üst sıralarını korumaya devam etti. (Biletix)

İçerikten Memnunum?

"'draft.blogger' İle Blogger'da Gezintim" başlıklı yazımda; Blogger'ın "anket" ekleme özelliğini denemek için, mini bir anketi sağ menüye eklediğimden bahsetmiştim.

Bir hafta süreli, "İçerikten Memnunum?" anketimizin sonucu; yandaki görselde de görebildiğiniz üzere; 26 katılım, 24'e 2 oyla, olumlu çıkmış gözüküyor.

Katılıp, görüş bildirenlere teşekkür ediyorum. İçerikten istifade edildiğini bilmek, sevindirici. Fakat, iki "hayır" oyunu ne sebeple aldığımı da bilmek isterdim. Sorularınıza, eleştiri, yorum ve önerilerinize açığım; e-posta adresimi kullanarak bana her zaman ulaşabilirsiniz.


Sualtında, Sualtı Resimleri



Esra Demirci; İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden mezun, 2003 Yılından beri senenin dört ayını eşiyle birlikte “Anemone” adındaki 9.6 m boyundaki yelkenlilerinde denizde geçirmekte, denizde ve karada resim çalışmalarını sürdürmekte, BOSAD Bodrum Sualtı Derneği üyesi olan sanatçı sertifikalı bir amatör denizci ve dalıcı.

Sanatçı "Aynanın Öte Yanında" isimli sergisiyle; gördüklerini, bazen de düşlediklerini yansıttığı sualtı resimlerini Bodrum Kara Ada Kaçakçı koyunda 10 metre derinlikte sualtı ve sanat severlerle buluşturuyor.


3 - 26 Ağustos 2007 tarihleri arasında açık olacak sergi, tüplü veya serbest dalış yapılarak gezilebilecek. Suyun altına dalmak istemeyenler içinse eserlerin bir kısmı yüzeyden de görülebilecek.

"Aynanın Öte Yanında" denizin içindeki sanatı keşfedeceksiniz!

Resimleriyle olmasa da, sualtı resimlerini, sualtında sergileme fikriyle ilgimi çekti. Bodrum'a uğrayacaklar için,
3 - 6 Ağustos 2007 tarihleri arasında katılabilinecek hoş bir etkinlik. Esra Demirci'nin web sitesinden, detaylı bilgiyi almak ve galerisini ziyaret ederek resimlerini görmek mümkün.

(Görsellerin büyük hallerini görmek için, üzerlerine tıklayınız.)

Origami Seremoni

Akşam ofisten ayrılırken, toplantı masamızın üzerinde yine zıplayabilen kurbağa, kanat çırpabilen turna kuşları ve filler vardı. Ertesi günkü iş planını yaparken, yorgun zihni dinlendirebilmek için yaratıverdiğimiz minik eğlenceli oyuncaklar. Bu üçü favorimiz, arada su topu da onlara eşlik edebiliyor.

Bunca reğbet görmelerinin sevilmelerinin sebebi; eğlenceli olmaları yanında, hareketli, fonksiyonel olmaları olabilir. İlham noktacıkları biriktirirken, yeni fikirler ararken geçen zamanlardaki sohbetler sırasında da ortaya çıkıverebiliyorlar. Ne tuhaf bir ofisimiz mi var? Evet, biraz...

Deviantart'da gezinirken, Won Park galerisine denk gelince, ofiste bıraktığım oyuncakları anımsayıp gülümsedim ve galeriyi buraya da not düşmek yanında biraz da origamiden bahsetmek istedim.

Gördüğünüz bu sevimli penguen, Won Park'a ait. Dolarla daha enteresan neler yaptığını görmek için, galerisini ziyare edebilirsiniz.

Değişik origami diyagramları var, penguen için bile farklı modeller mevcut. Uygun diyagramı bulup, bunun kadar sevimlisini yapabilecek miyim bilmiyorum ama, en kısa sürede denemek istiyorum :)

origami-instructions'dan değişik diyagramlara ulaşmanız mümkün, hatta yanda gördüğünüz gibi, bir dolardan bir fil, yüzük de bunlara dahil.

Gelenekler, sürdürülebilir ritüeller yaşama tat katar!

Japonlar, uğur getirdiğine inandıkları yüzlerce turna kuşu (Tsuru) origamilerini yanyana bağlayıp asarlar (Senbazuru). Bu, hâlen devam ettirdikleri hoş bir gelenek.

Tsurularla ilgili anlatılagelen bir de hikâye vardır. Ülkemizden de, düzenlenen etkinliklerle çocuklar, her sene buna katılırlar.
1950'nin ortalarına doğru, 1945 Hiroshima atom bombasının patlaması sonucunda Lösemi hastası olan 11 yaşındaki Sasaki Sadako hastalığının iyileşmesi amacıyla turna kuşu origamilerini yapmaya başlamıştır. (geleneğe göre 1000 adet turna kuşu origamisi yapıp dilek tutulduğunda, dileğin gerçekleşeceğine inanılır).

Sadako bu girişimiyle dünya da barış için de bir sembol olmuştur. Fakat 644 turna kuşu origamisi yaptıktan sonra ölmüştür, arkadaşları onun yerine sayıyı tamamlamış ve cenaze töreninde mezarına turna kuşlarını koymuşlardır.

Bu olay Hiroshima'da Dünya çocuk barış günü'nün oluşmasına ve bu günün onuruna Sadako 'nun Seatle'da bir heykelinin yapılmasına vesile olmuştur. Her sene Ağustos ayının 6'sında kutlanan barış gününde, dünya çapında birçok çocuk tarafından yapılan turna kuşu origamileri Hiroshima'ya gönderilir.
Kendinize özel geliştireceğiniz minik seremonilerle, yaşamınızı zenginleştirebilmek hiç de zor değil!

www.minikjaponya.com; Japon kültürüyle ilgili detaylara erişmek isteyenler için minik bir kaynak olabilir.
... gerçi burda katlanmışı var!
Tek kanallı TV günlerinden bu sözü anımsayarak, origami mevzusunu bir haberle bitiriyorum.

Sevgili Artemis, yeni blogunun açılışını duyurmuş. Kon-nichiwa, diyorum. Megami Sama's Blog'da Japon kültüründen lezzetler yakalayıp, Japonca dağarcığımı zenginleştirmeyi umuyorum. İçeriği nasıl şekillenecek merakla bekliyoruz. Japon kültürü oldukça geniş ve ritüellerini uygulamak da oldukça keyifli. Belki beraber değişik origamiler bile yapabiliriz?

Andrew English Tasarımları



Andrew English; Londra'da yaşayan genç, heyecan verici işleri olan, yaratıcı bir mücevher tasarımcısı.

Tasarımlarda 'kanat' kullanımı beni cezbettiğinden; (üstte örnek görsellerini gördüğünüz) The Wing Collection ile dikkatimi çekmişti.

Nedir ki bu 'kanat'lara ilginin sebebi, diye aklınızdan geçtiyse; Freud'cu bir çözümlemeyle araştırılacak olursa belki de bunun altından; bilinç altındaki, insanoğlunun isteyip de sahip olamadığı tek şeye, 'uçmak'a özlemin bir dışa vurumu, çıkacaktır...

Konumuza, tasarıma dönelim.

Andrew English diğer tasarımlarına bakarken, yaratıcı diğer bir tasarımı; Wedding Band Collection ile; güzel bir fikrin, sadelikle buluşması ile ortaya çıkan, son derece özel bir tasarımla beni kendine hayran bıraktı.



Andrew English, (üstte örnek görselini gördüğünüz yüzükler) Wedding Band Collection ile; partnerlerin parmak izlerini, birbirlerinin yüzüklerinin iç ya da dış yüzeyine uygulayarak; yüzüğün anlamını bu tasarımla daha özel bir hâle dönüştürmüş.

Yakın zamanda, Kanlı Elmas / Blood Diamond (2006) filmi ile, elmasların hangi şartlarda, kimlerin canına mâl olacak şekilde çıkarıldığını izlemişseniz; öylesi popüler kültür sembolleriyle çok da ilginiz olmayacak bir bilinç seviyesi yakalamışsınızdır, diye düşünüyorum.

Bu durumda, umuyorum ki; öyle bir yüzüğe kıyasla, böylesi yaratıcı, özel tasarımlar ilginizi daha çok çekecek ve arkasındaki yaratıcı fikri daha çok takdir edeceksinizdir.

Yaprak kullanımıyla Leaf Pendant & Earrings Set, Leaf Wedding Band ilgimi çeken diğer tasarımlarından.

Andrew English
diğer tasarımlarını keşfetmeyi size bırakıyorum.

Yüzüklerin içine isim, tarih yazdırmak dışında ülkemizde böylesi enteresan uygulamalara rastlayanınız var mı? Bu tasarım sizin de ilginizi çekmedi mi?

(Görsellerin büyük hallerini görmek için, üzerlerine tıklayınız.)

Lionel Richie

Lionel Richie - Hello

Lionel Richie, 18 Temmuz, İstanbul Arena'da, biletler Biletix'te.

Zamanında, uzunca bir dönem, düzenli olarak; gece, müziği açık bırakarak uyuma alışkanlığımı sürdürmüştüm.

Tozlu tarih sayfalarından bahseder gibi hissediyorum şu an nedense ama,
Mp3 playerlar öncesindeki çoklu cd çalarlar devrine tekabül eden, geçen on yıl içindeki bir zamandan bahsediyorum sadece.

İşitsel besin olarak kullandığım bu fon müziklerinin kaynağı, arşivimden bir derleme ayarlamamışsam; dj'siz, önceden hazırlanmış belirli kayıtları döndürdükleri için, çoğunlukla gecenin o saatlerinde beğendiğim slow müzikleri yayınlayan radyolardan biri olan
JoyFm'di.

Lionel Richie, diğer tüm vasıfları, sıfatları yanında, özellikle 'Hello' parçası ile; o günlerden anımsadığım, uykuda bana eşlik eden, rüyalarımın tema müziklerinin sahiplerinden biriydi. Ve şimdi, vaktiyle bilinçaltıma hitap etmiş bir sanatçıyı, canlı performansıyla izlemenin heyecanını taşıyorum.

Bu anekdot ışığında, o hissimi daha kolay aktarabileceğimi düşündüm. Sanmıyorum ki bir anıyı, müzikle ilişiklendirilmiş olarak saklamayı seven bir ben olayım. Bir müzik, çağrıştırdığı anılarla sizi mutlu edebiliyorsa, onu canlı dinlemenin zevki de bir başka olsa gerek. Harika bir konser olacağını umuyorum.

Özel anlar dışında da, müzikle ilişiklendirerek zihninizde tuttuğunuz, onları öyle anımsamaktan mutlu olduğunuz anılarınız yok mu?

Alttaki müzikler de o dönemden, belki size aynı zaman dokusunu çağrıştırmada ya da kendi hoş anılarınızı
anımsatmada yardımcı olurlar.

Diana Ross - Endless Love (feat. Lionel Richie)
Bryan Adams - I Will Be Right Here Waiting For You

Mavi Ufuklar

"Beni burada bırakırsanız ölürüm."

"Ama muhtemelen akbabalar ve sırtlanlar seni bulmadan önce değil."
Zevkle, bir solukta okuduğum “Mavi Ufuklar”dan; sarsıcı, minik bir alıntı aktaracağım. Yedi yüz üç sayfa olmasının bileklerimde bıraktığı ağrı dışında hakkında, harika bir Wilbur Smith kitabı olduğunu söyleyebilirim.

Siz kitabı okurken, bu olayların kimin başına geldiğini bilmeyin ve keyifli okuma deneyiminize gölge düşümesin istediğimden; alıntıdaki kişinin ismini geçirmeden, ismini "Z" olarak kullanmayı uygun gördüm.

(Sabah uykum kaçtı ve gün doğarken, sabah haberlerine bakıp, turuncu - mor yansımaları yeni gözükmeye başlayan bir ufuk manzarası karşısında, martı sesleriyle bunları yazıyorum ama siz, sabah kahvaltınıza eşlik edecek içerikte bir
alıntı beklemeyin. Kahvaltı için, sarsıcı olabileceğini yineleyip, rahat bir zamanınızda okumanızı önererek devam ediyorum.)
...İlk akbabanın belirmesi uzun sürmedi. Havada süzülürken tüysüz, kırmızı boynu üzerindeki çirkin kafasını çevirip aşağıya, Z'ye baktı. Sakatlanmış olduğunu, can çekiştiğini ve kendini koruyamayacağını görünce tatmin oldu ve Z'in hemen yakınındaki kayalığı gözüne kestirerek alçaldı. Geniş kanatlarını açtı ve pençelerini öne uzatarak konacak bir yer aradı. Sonra uzun kanatlarını katlayıp kamburunu çıkararak hareketsizce beklemeye başladı. Sarkık yüzlü, kapkara, kocaman bir kuştu.

Z en yakınındaki ağaca süründü ve sırtını gövdesine dayadı. Uzanabildiği bütün taşları etrafına topladı, ama taşların miktarı çok azdı. Kamburunu çıkarmış bekleyen akbabaya birini fırlattı, ama mesafe çok fazlaydı ve oturur pozisyonda taşı yeterince kuvvetli fırlatamıyordu. Koca kuşun tek tepkisi, gözlerini kırpıştırmak oldu. Ağaçtan düşmüş ölü bir dal, Z'nin hemen yakınında duruyordu. Kullanmak için fazla ağır ve tuhaf şekilliydi, ama Z yine de onu alıp kucağına yerleştirdi. Dal, kendini savunmak için başvuracağı son çareydi, ama büyük kuşa bakınca ne kadar yararsız olduğunu gördü.

Günün geri kalanında birbirlerini gözlediler. Akbaba bir kez tüylerini kabarttı, gagası ile dikkatle düzeltti ve kıpırtısız bekleyişine devam etti. Z, karanlık çöktüğünde iyice susamış, ayaklarının acısı dayanılmaz bir hal almıştı. Yıldızlarla kaplı arka plan önünde kuşun karanlık gölgesi tüyler ürpertici bir manzara oluşturuyordu. Z, kuşun yanına kadar sürünüp hayvanı uyurken boğmayı düşündü, ama hareket etmeye kalktığında bir santim bile ilerleyemeyeceğini gördü. Bacakları yere mıhlanmış gibiydi.

Gecenin soğuğu, tüm yaşam gücünü çekip almıştı. Hezeyanlı bir uykuya daldı. Sabah güneşinin yüzüne vuran sıcaklığı ve gözkapaklarının gerisinde hissettiği aydınlık onu tekrar uyandırdı. Uzun bir süre nerede olduğunu anlayamadı, ama hareket etmeye kalkınca ayaklarında hissettiği keskin acı, gerçeklerin tüm dehşetiyle beynine hücum etmesine sebep oldu.

İnleyerek başını çevirdi ve korkuyla çığlık attı. Akbaba, kayalıklar üzerinde tünediği yerden inmiş. Çok yakınında, uzanma mesafesinin hemen dışında oturuyordu. Yaratığın ne kadar büyük olduğunu daha önce anlayamamıştı. Koca kuş, tepesinde bir kule gibi yükseliyordu. Yakından bakınca daha da iğrenç görünüyordu. Çıplak boynu ve başı, kıpkırmızı, pullu bir deriyle kaplıydı ve etrafına leş kokusu yayıyordu.

Z yanındaki kümeden bir taş alıp olanca gücüyle hayvana fırlattı. Taş, kuşun siyah, parlak tüylerinden sekti. Yaratık, koca kanatlarını açıp geriye doğru sıçradı ve tekrar önceki pozisyonunu alıp beklemeye devam etti.

"Beni rahat bırak, kahrolasıca canavar!" Korkuyla hıçkırdı. Kuş, sesini duyunca tüylerini kabartıp kel kafasını omuzlarına doğru çekti. Tek tepkisi bu olmuştu. Güneş yükseldikçe yaydığı sıcaklık da arttı. Z kendisini harlayarak yanan bir fırının içine tıkılmış gibi hissediyor, nefes almakta güçlük çekiyordu. Susuzluğu korkunç bir işkence halini almıştı.

Akbaba, katedral duvarındaki taş bir canavar heykeli gibi kıpırtısızca oturuyordu. Z bir an için kendini kaybeder gibi oldu. Dev kuş bunu hissetmiş olmalıydı ki kanatlarını aniden açtı. Tiz sesler çıkarıp ayaklarını açarak hızla ona yaklaştı. Kancaya benzer gagası iyice açılmıştı. Z korkuyla haykırıp kucağında duran dalı çılgınca savurdu. Akbabanın çıplak boynunun yan tarafına bir darbe indirebildi. Darbenin şiddeti, hayvanın dengesini bozmaya anca yetmişti. İri kuş kanatlarını açarak dengesini tekrar sağladı ve uzaklaştı. Uzanabileceği mesafenin dışında durarak kanatlarını katladı ve gözlerini tekrar can çekişen kurbanına dikti.

Z'yi deliliğin eşiğinden atlatan, akbabanın yıkılmaz sabrı oldu. Susuzluk yüzünden şişmiş dudakları, kızgın güneşin ışınlarıyla çatlamış, kanı çenesine kadar akmıştı.. Yarı delirmiş bir halde kuşa saçma sapan sözler haykırdı. Akbabanın tek hareketi, ışıldayan gözlerini kırpıştırmak oldu. Z, çılgınlığın etkisiyle son çaresi olan sopasını hayvanın başına fırlattı. Dal, tüyleri üzerinden sekip düşerken akbaba kanatlarını kaldırıp gıcırtıya benzer sesler çıkardı. Sonra kanatlarını tekrar katladı ve sabırlı bekleyişine kaldığı yerden devam etti.

Güneş en tepe noktasına vardığında Z sayıklıyor, Tanrı'ya, Şeytan'a ve sabırlı kuşa küfürler yağdırıyor, anlamsız sözler haykırıyordu. Tırnakları kırılıp parçalanana dek yerden kum ve tozları kazıyıp hayvana fırlattı. Susuzluğunu bir nebze giderir umuduyla kanayan parmak uçlarını emdi ama toprak, şiş dilini kütük gibi yapmıştı.

Oraya gelirken geçtikleri dereyi düşündü, ama dere, yaklaşık bir kilometre geride kalmıştı. Artık doğru düzdün işlemeyen zihninde çağlayan soğuk suların hayali belirince heyecanlandı ve ağacın korunak sağlayan gövdesinin dibinden ayrılarak kayalık zemin üzerinde, geride bıraktıkları dereye doğru sürünmeye başladı.. Ayakları sert arazide peşinden sürükleniyordu. Kısa bir süre sonra kılıç yaraları tekrar açıldı ve kanamaya başladılar. Kan kokusu alan akbaba, gıcırtılı bir çığlık atarak Le'nin peşi sıra ilerlemeye başladı. Yüz adımdan kısa bir mesafeyi kateden Z, kendi kendine, "biraz dinleneyim," dedi. Başını koluna dayadı ve bilinci kayboldu. Hissettiği acı onu kendine getirdi. Sanki sırtına bir düzine mızrak başı saplanıyordu.

Akbaba, kürek kemikleri arasına tünemiş, sivri tırnaklarını derisinin altına geçirmişti. Başını eğip keskin gagasıyla Z'nin gömleğini yırtarken dengesini korumak için kanatlarını çırpıyordu. Sonra gagasını çıplak ete geçirerek uzun bir şerit kopardı.

Z canhıraş bir çığlık attı ve kuşu vücudunun ağırlığıyla ezme niyetiyle kendini geriye doğru savurdu, ama akbaba, kanatlarını çırparak birkaç adım ötede yere kondu.

Görüşü bulanıp dalgalanmasına rağmen kuşun etini yuttuğunu, boynunu uzatıp gövdesine indirdiğini görebildi. İri kuş sonra tekrar ona döndü ve gözünü kırpmadan bakmaya başladı.

Tekrar bayılmasını beklediğini biliyordu. Oturdu ve bilincini kaybetmemek için bağırmaya, şarkılar söylemeye, ellerini çırpmaya başladı, ama sesi yavaşça anlaşılmaz bir mırıltıya döndü, kolları düştü ve gözleri kapandı.

Tekrar kendine geldiğinde, benliğini saran acının yoğunluğuna inanmakta güçlük çekti. Çırpılan kanatların yarattığı rüzgârı başının etrafında hissedebiliyordu. Sanki göz yuvasına çelik bir kanca sokulmuş, beyni göz boşluğundan dışarıya çıkarılıyordu.

Artık çığlık atacak gücü kalmamıştı. Güçsüzce sırtüstü dönerek gözlerini açmaya çalıştı, ama kör olmuştu. Yüzünü bir perde gibi örten sıcak kanı hissedebiliyordu. Sağlam gözü, burun delikleri ve ağzı kanla doluyordu. Neredeyse boğulacaktı.

Her iki elini birden kaldırıp kuşun pullu boynunu yakaladı ve hayvanın gagasını göz yuvalarından birine sokmuş olduğunu anladı. Göz sinirlerinin bulunduğu lastiksi kordonun ucundaki göz küresini çekiştirerek çıkartmaya çalışıyordu.

Her zaman gözlere saldırırlar, diye düşündü direnci kırılıp pes ederken. Ellerini kaldırmaya gücü kalmamış, kör olmuş halde yatarken kuşun yakınlarda bir yerde göz küresini yuttuğunu duydu. Diğer gözüyle bakmaya çalıştı, ama gözüne dolan kan görüşünü perdeliyordu ve kırpıştırarak kurtulamayacağı kadar yoğundu. Sonra kanatların tekrar başının etrafında çırpıldığını hissetti. Son hissettiği, keskin gaganın kalan gözünün derinlerine dalışıydı...
Ayak bileklerinin arkasındaki tendonlar, keskin kılıç darbeleriyle koparılmış; tüfeği, suyu, eşyaları ve atı olmadan, terk edilmişti Z.

Gözlerini hırs bürüyen, onu orada bırakanlar mı insandı; yoksa gücünün tükenmesini sabırla bekleyerek, doğası gereği davranan akbaba mı vahşiydi?

Hayvanları, vahşi olarak görür, kötü bir davranış karşısında, "hayvan" kelimesini sarf etmekten geri durmazken; "insan", olunduğunu; insanın, doğası gereği davranan hayvandan bile vahşi olabileceğini unutuyoruz.

İnsan, olunur.

Eğitimle, görgüyle, terbiyeyle, isteyerek ve özenle; insan olunur. İnsan olmaktan uzaklaşanın, "hayvan" olarak nitelenilmesi; hayvanlara hakarettir, diye düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi?

Afrika'yı, tarih ve macerayla birleştirerek aktaran Wilbur Smith kitaplarına ilgimden bahsetmiş,
"Yırtıcı Kuş" ve "Muson Yağmurları"nın Wilbur Smith'in en beğendiğim kitaplarından olduğuna, "Kitap Fuarı İzlenimleri" yazımda değinmiştim.

Mavi Ufuklar; "Yırtıcı Kuş" ve "Muson Yağmurları"ndan sonra, genç kuşak Courtneylerin Afrika'daki maceralarının anlatıldığı, devam kitabı.

Mavi Ufuklar'da, insan olmanın sınırlarında dolaşırken hırs, öfke, aşk; 1700'lerin Afrika'sında, pek uzağınızda olmayacak.

Özellikle, böylesine güzel kitaplar söz konusuysa; çevirinin yavanlığı benim için büyük bir üzüntü sebebi oluyor. Fakat, Mavi Ufuklar; Altın Kitaplar'dan, Canan Kim çevirisiyle yayımlanmış ve okurken Wilbur Smith'in zengin betimlemeleriyle, kendinizi maceranın tam ortasında bulduğunuz o akıcı anlatımından da mahrum kalmıyorsunuz.

Yaptığım alıntının itici gözüktüğüne bakmayın.
O sadece, kitabın etkileyici, tutkulu, zihinsel açılımlara sürükleyen kurgusundan minik bir kesit.

Günümüzde artık, gazetelerde rastladığımız o üçüncü sayfa haberlerinin sayısı ve içeriğinin, maalesef o kadar farklı seviyelere gelmiş olduğunu görüyoruz ki; nasıl insanlarla bir arada yaşadığımızı dehşetle görüp, şaşırmamak mümkün olmuyor (evet, bu kısım biraz da, bir hata yaparak izlediğin tv'deki sabah haberlerinin etkisiyle yazılmış olabilir). Düşünüyorum, acaba bu insanlar biraz kitap okuyan insanlar olsalardı, içinde bulundukları durumdan farklı çıkış yolları bulabilecek zihinsel beceriye sahip olmazlar mıydı ve sonradan bizi dehşet içinde bırakan öylesi sahneleri yaratmaktan kendilerini alabilirler miydi?

Oysa, vahşi bildiğimiz
bir akbaba bile, yiyeceğine gösterdiği sabır, saygıyla ne kadar takdir edilesi bir durumda.

Böyle bir alıntıyla, hem "insan olmak" konusuna fırsat bulmuşken vurgu yapmak; hem de leziz bir kitaptan bahsetmek istedim.

Zevkle okuyacağınız ve kitaplığınızdaki varlığından keyif alacağınız bir
Wilbur Smith kitabı, Mavi Ufuklar; kendinizi böyle bir maceradan mahrum bırakmayın, edinin, "Yırtıcı Kuş" ve "Muson Yağmurları" sonrasında okuyun ve arzu ederseniz, düşüncelerinizi benimle paylaşın, tavsiyemden memnun kaldığınızı öğrenmekten sevinç duyarım :)

Bitirirken dip not: Bilmiyorum, kitap okurken satır altlarını çizmekten hoşlanır mısınız? Ben genelde kitap üzerine minik işaretlemeler yaparak, daha çok kâğıtlara not alma taraftarıyım. Fakat, blogumda minik bir ayarlama yapıp, fosforlu kalemle yazıların üzerini çizme efekti kazandırdım. Okurken, kalınan yeri belirlemek böylece daha kolay ve eğlenceli olabilecek. Blogda, mouse'u herhangi bir yazının üzerinde sürükleyip, yazıyı seçili hâle getirdiğinizde
, şu an neden bahsettiğimi (tabii, eğer bir Firefox kullanıcısıysanız, Ie6 bu değişikliğime kör kaldı maalesef) görebileceksiniz.

'Satriani ' Hafta Sonu

Blogda her hafta paylaştığım hafta sonu müziğini, günün önemine (Joe Satriani, İstanbul Arena'da) binaen, bu defa Joe Satriani'den seçtim.

Joe SatrianiSummer Song


...
Joe Satriani - Always With Me Always With You
Joe Satriani - Satch Boogie









Yakın zamanda, Lastfm'in yeni Türkçe içeriğiyle yayına başladığından bahsetmiştim.

Yanda gördüğünüz radyo çalar; "widget"leri "Ciciler" olarak niteleyen Lastfm'in, "Blogger için Last.fm Cicileri"nden biri.

Lastfm'in marifeti bu "Cici"yle :), Joe Satriani benzeri güzel müzikleri de dinlemeye devam edebilirsiniz.

Fakat mümkünse, ayağımıza kadar gelmişken, bu güzel fırsatı kaçırmayıp, Satriani'yi canlı dinlemenizi arzu ederim.

'draft.blogger' İle Blogger'da Gezintim

...Blogger'la şimdi tek sorunum; müzik veya video eklemeye kalktığımda, karşıma çıkardığı her biri farklı mahiyete sahip 'error' modelleri...

Niçin Blogger'da resim ekleme özelliği gibi, yazılara kolay bir müzik, video ekleme özelliği yok?...
Üç ay önce, 'Tümüyle Türkçe Blogger Görünümüne Geçiş!' yazımda, Blogger'daki yeniliklerden bahsederken, biraz da böyle sitem ediyordum.

Şimdi 'draft.blogger.com'da gezinirken, görüyorum ki;

En fazla 100 MB boyuta sahip AVI, MPEG, QuickTime, Real ve Windows Media dosyalarını kabul ediyoruz.
'Resim Ekle' özelliğinin yanına, bir de 'Video Ekle' özelliği ilave edilmiş.

Ayrıca, 'Sayfa Öğesi Ekleme' bölümüne ilave edilen; 'Blogda Ara' ve 'Anket' özellikleri de diğer yenilikler.

'Blogda Ara' ile; yeni başka bir sayfa açmadan, Blog bünyesinde açılan bir alanla, bulunan sonuçlar görüntüleniyor. Böyle olmasını beğendim. Fakat, bu açılan alan, yayımladığınız en son (gönderi) postun üst tarafında açıldığı için, arama alanını da aynı hizada olsunlar diye sağdaki navigasyon menüsünün en üstüne eklemem gerekti. Oysa arama alanı neredeyse, sonucu gösteren alan da default olarak kendiliğinden aynı hizada açılsa, daha kullanışlı olurdu, diye düşünüyorum. Deneyin!

'Anket' ise; soru, cevap seçenekleri ve anket süresini belirledikten sonra, menünüze yerleştirebileceğiniz kadar
kullanımı pratik. Denemek için blogumun sağ menüsüne minik bir anket de ekledim. Yanıtlarınızı merak ediyorum :)

Bu özellikleri kendi blogunuzda da kullanmak isterseniz;
(şimdilik) 'draft.blogger.com'dan giriş yapmanız gerekiyor.

Köprü Müziği, Fırsat Yakalamak!



Joseph Bertoluzzi, bir müzisyen. Franklin D. Roosevelt Mid-Hudson Köprüsü’nde çekiç ve tahta parçalarıyla, köprüyü büyük bir perküsyon olarak kullanarak, köprünün müziğini yaratıyor. Oluşturduğu müziğe verdiği isim; 'Bridge Music' (köprü müziği). Köprüyü bir orkestraya dönüştürmeyi ve çeşitli perküsyoncularla bu projeyi geliştirmeyi planlıyor.

Çılgınlık mı? Yaratıcı bir düşünce mi? Böyle bir müziği merak edip, dinlemek istemez miydiniz? Peki o köprüyü merak etmez miydiniz, en azından hangi şehirdeymiş bu köprü diye aklınızdan geçmez miydi? Sonra o kenti, müziği yapılan köprüsüyle ileride anımsamaz mıydınız?

'Bridge Music'in, cezbeden müzik ve yaratıcılık tarafını, takdir ederek bir tarafa bırakarak; ben izninizle olayın 'tanıtım' yönüne değinmek istiyorum. Zira, konunun başlığına yazdığım 'Fırsat Yakalamak' kısmı, tam da bu noktada saklı.

Bir kent düşünün, adı İstanbul olsun. Bu kent; kıtaları birleştiren konumu ve barındırdığı doğal, tarihi güzellikler yanında, turistik mekanlarıyla da göz dolduracak bir değer taşısın. (Kaldı ki bir kentin tanıtımı; ülke tanıtımına hizmet eder. İyi bir ülke tanıtımının kazandıracakları konusuna hiç girmiyorum bile.) Fakat, sahip olduğu o pek kıymetli yöneticileri sayesinde o kent, 'tanıtım' fakiri olsun!

Hafta sonu NTV'de, Live Earth konserlerinin canlı yayınlarını ve küresel ısınmaya karşı uyarıcı ve eğitici tanıtım filmlerini az da olsa takip edebildiyseniz; benim gibi sizin de aklınızdan, "iki kıtayı birleştiren bir kentte, İstanbul'da, Live Earth gibi bir organizasyon niçin yapılamaz, bundan kimler sorumludur", gibi düşünceler bir kez daha geçmiş olsa gerek.

Live Earth organizasyonunun çevreci tavrı ve müzik açısından önemi bir tarafa; kent tanıtımı için önemi niçin görülemedi ya da idrak edilemedi de atlandı acaba diye düşünmeden edemiyorum.

Boğaziçi Köprüsü'nün, yeni Led teknolojisiyle oluşturulan, hiç haz etmediğim aydınlatması bir tarafa; köprü'nün yaya trafiğine açılması, olası sakıncaları tartışmaları da yapıla dursun. Boğaz köprüsünden Formüla 1 yarış arabalarını geçiren, köprüyü ışıklandıran, yaya trafiğine açmayı düşünen o pek değerli yöneticilerimizin; dünya başkenti İstanbul'da, Live Earth organizasyonunu nasıl atladığını anlamak mümkün değil.

Şimdi o pek değerli yöneticilerimize, bakın
Joseph Bertoluzzi Franklin D. Roosevelt Mid-Hudson Köprüsü'nü perküsyon olarak kullanarak müzik yapıyor. Bu olayda bir tanıtım fırsatı görebiliyor musunuz, desek; ne yanıt alırız acaba?

Yoksa, "hımm... tanıtım için güzel bir fırsatmış. Bizim de Okay Temiz gibi bir sanatçımız var, esinlenip böyle bir etkinlik hazırlatsak, Boğaziçi Köprüsü'nü yaya trafiğine açıp, açılış gününde de bu etkinliği ilave edip, görkemli bir sunum yaparız" mı derler?!

Fırsatlar uzağımızda değil, etrafımızda; görebilmeyi bilenlere!

Joseph Bertolozzi 'Köprü Müziği'nin, detaylarına; The New York Times'daki ilgili haber sayfasından, Joseph Bertolozzi websitesinden ulaşabilir; 'Bridge Funk' isimli, müziğin küçük bir örneğini ise NewMusicJukeBox'tan dinleyebilirsiniz.